23 Ağustos 2012 Perşembe

I do, I do



Aslında biteli epey oldu ama benim elim bir türlü gitmedi yazmaya.Bu yazıda kaç haftadır taslaklarda hatırlamıyorum bile.Geçte olsa başladığımız işi bitirelim değil mi ama?

Öncelikle aklınızdaki esas kız imajını silin.Neydi o imaj ; efendim, ben bilmem beyim bilir, ben fazla zeki değilimdir, aptalımdır.Aman elin elime değmesin laf olur, annem ben doğmadan öldü, babam beni bırakıp teyzemle kaçtı, 6 aylıktan beri kendi ayaklarım üzerinde duruyorum.Günde üç işde çalışıyorum.Bu da yetmez amcam öldü, küçük oğluna ben bakıyorum.  o_O

Gelelim esas oğlana.Özellikler ;Yurt dışında- mümkünse Amerika, olmazsa İtalyada olur- eğitim alması, en az 1.80 boyunda, yakışıklı, b*k gibi parası olması, ünlü bir şarkıcı, o olmazsa ceo olması.Yok dandik bir iş yapıyorsa da mutlaka zengin bir akrabanın ortaya çıkması.Sonuç; kısaca esaas oğlan zengin ve yakışıklıdır.

Peki, I do, I do da nasıl?





Esas kızımız, kendine güveni tam, iyi eğitim almış, zeki, çevik, çalışkan, otoriter, zengin, bir ayakkabı firmasında baş tasarımcı ve müdür.Allahım daha ne olsun ! Bu kadarı bile fazla değil mi ki?




Esas oğlan beyimiz ise gayet yakışıklı tamam da, diğer özelliklerden sınıfta kaldı.İş güç yok, safın önde gideni, yeteneksiz - en azında ilk başlarda-  gazetelelere manşet olacak ünlü bir ailesi, ceo olacak bir şirketi yok.Kısaca fakir.İğğğ tiskindim pis fakirr ne işin var başrolde ?

Bütün bunlar bence süper, herşeyin ters köşe olması falan harika da, peki ben niye sevemedim bu diziyi?Tamam fikir iyi hoşdu ama öyle sıkıcı işlenmişti ki içimi baydı.Donuk suratıyla bir türlü yıldızımın  barışmadığı Kim Sun Ah dizi boyunca içimi kararttı.Bu kadını sevemiyorum leyyn, zorluyorum kendimi ama yok !Lee Jang Woo yanında çok sırıtmış , hiç yakışmamış gibi yorumlar okudum.Asıl konu da bu değil miydi arkadaşlar.Dizi zaten bunu üzerine kurulmuş, yaşlı kadın genç oğlan(Bknz. Seda Sayan ve sevgilileri).Bak yiğidi öldürdüm ama hakkını yemiyorum :)


Ne mi oldu?

* Neredeyse kırkına merdiven dayamış, iş güç peşinden koşan, menopoza girmek üzere olan  kadın durdu, durdu, birden kıymete bindi.Bütün adamlar peşinden koşmaya başladı.Kısmetleri arasında bir doktor, bir de   27'lik çıtır vardı ki işte en berbat nokta.Len 20'li kızlar kimsecikler bulamazken bu reva mı senaristlerrr!!!  Ters köşe de bir yere kadar :)

*Yeni tanıştığın adamla ilk bölümden git birlite uyu :DTamam hikayeninin kilit noktası bu anladım da, len izlediğim bunca dizi ne oldu? Heepsi bir hiç miydi? Gerçekleşmesi için 16-20 bölüm beklemdiğimiz olay daha ilk bölümde gözümüze gözümüze sokuldu.Kendimi boşlukta hisstettim.Boş boş ekrana baktım, dizi benim için bitmişti.Bundan sonrası boş :)

*Hadi onu geçtim, gözde bekar sevgili doktorumuz.Ben seni çocuğunla kabul ediyorum.Ona babalık yapabilirim,evlenelim dedi.Yüreğim cız etti.Çok etkileyiciydi, işte aşk.

*Kızımız evlenmeme olayına gereksiz şekilde taktı,bekar anne olacağım diye tutturdu.Bu kadar abartmaya gerek yoktu.İnatla ben evlenmeyeceğim, kendim doğurur, bakarım da diye diretti.Ne gerek vardı? Anlamadım.Adam seni seviyorum diyo, evlenelim diyo ne bu tripler kızım zaten durum ortada, daha iyisini mi bulacaksın,neden bu direniş?Sonun da ne oldu, kendin tıpış tıpış evlenme teklif ettin.

*Kim Sun Ah dizi boyunca hamileyim diye dolaştı, ama gözle görülür bir şey yoktu ortada.Son bölümde  karnı şişti, 15 dk sonrada doğurdu zaten.Doya doya tatlı tontiş hamile hallerini göremedik.

*İnsan niye çocuğuna topuk diye seslensin anlamadım.Hani kulağa hoş gelse bir nebze anlayacağım.Tamam işkolik olabilirsin de bu kadar da olmaz ki.Kasap olsan satırım diye mi sevecen çocuğu?

*Her bölümü iğrenç iğrenç ayakkabılar görmek zorunda kaldım.Aklınıza gelebilecek her çeşit.Tam işkence. Ayakkabı zevklerim uyuşmuyo bu korelilerle :)

Benim sıralamam da yaz dizilerinde maalesef ki son sırayı alabiliyor.Çok durağan bir akışı vardı.Sürekli donuk yüzlü bir Kim Sun Ah'ı gördüm, o kadar.Dizide ki sevimlilik açığını kapatmaya çalışan Lee Jang Woo kendini paraladı ama olmadı.O da mümkünse gülmesin hiç.Gülmeyince daha yakışıklı :)Araya bir tasarım yarışması renk olsun diye sıkıştırılmaya çalışılmıştı, o da yetmedi.Ama ben yine de köstek olmak istemem, izlemek isteyene mani olmayım.

Belki yazıya ilk başladığım gazla devam etseymişim daha da çok yazacakmışım ama bu iyi oldu.O kadar uzun yazıyorum ki sonuna kadar okuyabilme başarısını göstermek bir mucize oluyor.Kısaca çenem düşüyor diyebiliriz.Şimdi fotolara geçelim ki, benim için işkence kısmı.Bir türlü beceremiyorum , bundandır ki biraz düzensiz.Sağa çekiyorum sola gidiyo, aşağı koyuyorum kayboluyo.böyle idare edelim arkadaşlar.Taslakda gayet düzenliler ama yayınlayınca böyle oluyo, anlamadım.Bir bilen varsa beni aydınlatsın...


doktor civanım, yazık sana  :(

ahtopot gibi sarılmış uyanııık ;)


Böyle bir sahne hatırlamıyorum ya, neyse:)




Hanimiş bebecik...
Saçına kurban 

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Anıların En Eskisi...



Dostlar, Romalılar - sayısı bir elimin parmağını geçmeyen- sevgili okurlar!Uzun bir aradan sonra bir mim yazısıyla huzurlarınıza gelmenin haklı gururunu yaşamaktayım!


Bu yazıya başlamak benim için ne kadar zor oldu bilemezsiniz.Akşam eve varınca pilim bitmiş, harap, bitap, perişan, üzerimden bufalo sürüsü geçmişten beter  halde oluyorum.İzin dönüşü anladım ki tembellik iliklerime işlemiş dostlar!Bu mesai durumları birden bünyeye fazla geldi, kaldıramadım :) Oysa mikalzia beni mimlediğinde pek sevinmiş, ardından da kara kara düşüncelere dalmıştım; ne yazacam lan ben? Neyse ki mikalzia anlayışlı kızdır gecikmemi mazur görür diye kendime bahaneler yaratıp yazıyı ertelerken, bu sefer de tatlı kızımız mydestiny de beni mimleyince bu işde bir iş var Deniz, evren sana bir mesaj gönderiyor olmalı yaz şu mimi artık dedim.

Öhömm hımm, efendim "bey babamın konağında annemin keman sesleri arasında büyüdüm.O buğulu keman sesi, hala kulaklarımdadır" demek isterdim ama en eski anım bundan ziyade, tuvalet kapısında annemi beklerken kopardığım  yaygaraya dayandığından bu kısmı geçeceğim.İlkokuldaki sümüklü hallerimi ise beynimden kazımak istiyorum.Durumum bundan halliceydi. o_O



İlk anım aynı zamanda üzerimde uygulanan ilk ve son travma girişimi olma özelliği taşıyor.Her şey annemin süslü kutularıyla oynarken başladı.(Bir rivayete göre 2,5-3 yaşında olduğum söyleniyor) İçinde bilumum kadın aksesuarları kolye küpe, ne bilim ruj vb. olan kutulardan.Her kız çocuğunun kutsal oyun mekanı, annenin topuklu ayakkabıları da yanına eklenince saatlerce oynayabileceğin bir hazine kutusuna dönüşür.Bu oyun günlerimin birinde yine kutuyla haşır neşir olurken bir de ne göreyim bir bozukluk.Kaç kuruş olduğundan haberim yok ama parayı görünce aklıma gelen ilk şeyin dondurma olduğu dün gibi aklımda.Dondurma sevgimin temelleri taa nerelere dayanıyor anlamış oldum böylelikle.Evden nasıl çıktığım konusu hala karadelik benim için.Bunda annemin evdeki misafirlerinin büyük etkisi olduğu aşikardı.Sanırım annem muhabbete dalmış olsa gerek ki, çıktığımı fark etmemiş.O zaman ki evimizin baya işlek bir cadde üzerinde olduğunu belirtmeden de geçmiyim.Ben dondurma almayı kafama koymuştum da, en yakın pastahane yaklaşık üç sokak aşağıdaydı.Ben de arka sokakları kullanarak ( daha tenha oluyordu, fazla araba geçmezdi) pastahaneye ulaştım."Amca,  amca, şu kadarlık dondurma lütfen " demiştim, adamın parayı alırken ki gülümsemesi hala gözümün önünde."Kimle geldin sen buraya?"diye sormuştu.Ben de övünerek "kendim" demiştim.Vay velet baban görsün bacaklarını kıracak sırıtışıyla baktı adam bana ama ben anlamadım o zaman tabi.Söylemesi ayıp mahallede pek popülerdim.(Babam mahallede ki okulda öğretmendi, hafta sonları peşine takılır, o lokal senin, bu öğretmen evi benim gezerdik.Camiada tanınırdım :))

Derken ben dondurmamı almış eve dönmeye hazırlanırken "Amaan be hep arka sokak, hep arka sokak çok sıkıcı biraz da caddeden gidiyim" diye düşünmüş olmam lazım ki, kaldırımdan yürümeye başladım.Bir yandan da dondurmamı şapurdatıyordum söylememe gerek var mı?Tam bu anda da annem ve arkadaşları çaylı kısırlı balkon sefası yapıyormuş(şansa bak sen!)Annem caddeye bakmış "yav şu uzaktan gelen kız tıpkı bizim Deniz'e benziyo" .Arkadaşları "yok canım içerde oynuyo o, ne işi var dışarda"(bebek firarda!), annem hala inceleme de tabi.Ben giderek yaklaşıyorum ."Yok yaa bakın Deniz bu".Deniz tam da o an, büyük bir zevkle dondurmasını yerken, karşıdan karşıya geçer o_O (tekrar belirtiyorum komşunun oğlunu karşıdan karşıya geçemez diye annesi okula götürüyodu)

Veee annemde film kopar!Annemin beni sokakta sürükleyerek eve götürdüğünü hatırlıyorum.Artık kadıncaz kaç saniyede yanıma geldi orası muamma. Şimdi olsa olimpiyatlardan kesin eli boş dönmezdi :) Böylelikle annemden ilk ve son köteğimi yemiş oldum.O zaman tam teşekküllü bir sağlık kuruluşundan alacağım bir raporla annemi sürüm sürüm süründüre bilirdim, o kadar.Ama uyanık annem yalnızca popoma çalışmıştı ve acısından oturamıyordum bile.Bütün bunlar canımı yakmamıştı da sonrasında oturup Yalan Rüzgarını izlemişti ona yanarım.Hem ağlayıp hem kapı arasından anneme bakıyordum ne yapıyo diye.O zamanlar en büyük rakibim Yalan Rüzgarı'ydı :) Şu adam dizideki bütün kadınlarla evlenmişti.O zaman çocuk aklımla dikkatimi çekmiş.Gerçi ergenliğime kadar devam etti sayılır.Ne rüzgardı dinmek bilmedi.




Bir de annem beni hiç sokağa çıkarmazdı oyun oynamak için onu hatırlıyorum.Gerçi nasıl çıkarsın zaten sabıkalıyım.Bir gün ben yalvar yakar izini kopardım.Tabi biraz daha büyüğüm 4-5 yaşındayım sanırım.Annem beni giyindirdi hiç unutmuyorum; pembe, yakası mor dantelli bir elbiseydi.Benim neyime elbise oysa, giydir bi kot yolla.Kadıncaz da kızım var diye heves ediyordu zannımca :) Tam çıkacam ben tutturdum sarı saçlı bebeğimi de alayım diye.Bebeği daha yeni almıştık yatırınca gözleri kapanıyordu.Ne kadar büyük bir nimettir bilmezsiniz.O zamanlar oyuncak camiasında bu bir devrimdi.Annem alma kızım kıracaksın onu diyordu.Tabi ben dinlemedim bebekle sokağa çıktım.Gıcık kızın biri bebeğimin gözlerini oymuştu.Ben de surat beş karış kara kara anneme ne diyecem diye düşünüyordum.Tam da yolun karşısında ki inşaat hararetli bir şekilde  çalışıyor, ustalar teleferikle üst katlara harç çekiyordu.O zamanlar öyle döne döne gezen harç kamyonları daha icat edilmemiş olsa gerek. Birden ne olduysa paat diye gürültünün ardından o ses ; şlaap . Bilmem kaçıncı katta sen harç taşıdıkları kova açıl! Haliyle yer çekimine karşı koyamayan harç dört bir tarafa yayıldı.Tabi bundan ben de nasibimi aldım.Eve gitmek de istemiyordum ki annem bir daha beni dışarı göndermeyecek .Öyle harçlar üzerimde kurumuştu hatırlıyorum.Ama ecelden kaçış yok, eve gittiğimde annem küçük çaplı bir şok yaşamıştı.Çünkü kapıyı açtığında karşısında bir heykelden farksız( nasıl donmuşsa artık, insan çimentodan çalar), elinde gözü oyulmuş nadide bebeğiyle kızı duruyor.Kadıncaz beni temizlemek için ne kadar uğraşmıştı.Kaç saat banyoda kalmıştım hatırlamıyordum.Bütün saçlarım yolunmuştu.Benim aklımsa bebeğimdeydi :)


Konu dışı obur kız :)

Vallahi yazdıkça yazası geliyomuş insanın.Çekirtek çitletmek gibi, bir başlayınca bırakamıyosun:) Bu anım biraz yakın geçmişten.Liseye başladığım ilk hafta ben öyle ortalıklarda geziniyorum.Muhtemelen bahçedeyimdir.Çok güzel bir bahçesi vardı okulumuzun.Tenefüslerde kızlarla bahçeye çıkardık.Çocuğun biri yanıma geldi.Üst sınıflardan olduğunu da belirteyim tabi.Sen ---- öğretmenin kızı mısın? Ben de bi şok, nerden biliyo len bu çocuk bunu.Bak ne kadar etkilenmiş araştırmış diye düşüyorum içimden.Bir hafta da ne etkiyse :) Ben gayet kendinden emin evet ne olmuş dedim. Çocuk da ne dese beğenirsiniz " Ben seni hatırlıyorum.Çocukken babamın işlettiği çay ocağına gelirdiniz.Sen sürekli oralet içerdin"  o_O  o_O   !!!!! Daha ne diyim.Rezillik.... :) Baba- kız gezme olayımıza iyi bir örnek...

Kısaca bu posttan çıkarabileceğimiz sonuç şu olabilir: Oturmam diyen post çürütür, yemem diyen sofra kurutur, anı falan hatırlamıyorum diyen işin cılkını çıkarır.Bir insan bu kadar da yazmaz değil mi? İşin kötüsü hala aklıma gelen anım var.İşi sulandırmamakta fayda var diyerek, mim listemi açıklıyorum.Hala mimlenmediyseniz yada yazmadıysanız Rosa, Squaw, mavi, rengarenk sizleri mimliyorum.Hadi bakallım kolay gelsin...